Evet, bu mümkün olabilir. Son 15 yıla kadar IQ (zeka katsayısı), bireylerin hayattaki başarılarının önemli bir ölçütüydü. Ancak son yıllardaki araştırmalar yüksek zeka katsayısına sahip birçok bireyin; akademik ve iş çevrelerindeki başarılarına rağmen, insan ilişkilerinde başarısız olduğunu ve hayattan yeterli ölçüde doyuma ulaşamadığını ortaya koymuştur. Çalışmalar, IQ’nun hayattaki başarılarımız üzerinde yalnızca %20’lik bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Bu bulgular ışığında bugün bilim adamları, çok daha farklı bir kavramdan söz etmeye başlamıştır: Duygusal Zeka. Duygusal zekanın bireyin yaşamındaki işlevleri şöyle sıralanabilir:

  • Kendi duygularının farkında olma
  • Başkalarının duygularını anlama ve kendini onların yerine koyabilme (empati)
  • İçtenlik
  • Yüksek uyum
  • Kişisel kontrol
  • Öz-saygı
  • Bağımsızlık
  • Kişiler arası güçlü ileti

Bu niteliklere bakıldığında tüm bunların sonradan öğrenilmesi mümkün davranış biçimlerini içerdiği rahatlıkla görülebilir. Duygusal zekayı, bilişsel zekaya göre daha üstün kılan şey; bunun kişiler arası iletişime getirdiği boyuttur.  Yüksek bir duygusal zekaya sahip bir birey, kendinin ve başkalarının duygularının farkındadır . Bunun getirdiği empati sayesinde, bu bireyler  oldukça yüksek iletişim becerilerine sahiptir. Kendi duygularını içtenlikle ifade ederler ve kendilerine duydukları öz-saygıyı karşı tarafa da yansıtırlar. Bu tür bireyler, iletişimin karşı tarafını çok iyi anladıkları ve bunu içtenlikle ifade edebildikleri için, sosyal becerileri yüksek, uyumlu kişilerdir. Olaylara olumlu bakabildikleri için, çok daha mutludurlar. Duygusal zeka, yaşamı salt duygularla yönetme becerisi değildir. Tam tersine, duygularla aklın iş birliği sağlama yetisidir. Başka bir deyişle; duygusal zekayı ve bilişsel zekayı işlevleri açısından birbirinden ayırmak, birinin diğeri üzerindeki etkisini yadsımak olur. Sosyal yaşamda uyumu sağlayan mekanizma, aklın ve duyguların işbirliğidir.

Üstün zekalı çocukların sosyal yaşama uyum sorunu yaşamasına neden olabilecekler arasında, duygusal zeka faktörünün dışında, çocuğun etkileşim içinde olduğu sosyal çevresinin rolü de çok büyüktür. Eğer bu sosyal çevre, çocuğun farklılıklarını kabul etmekte zorlanan, onu dışlayan ve aynı zamanda da diğer akranlarıyla benzerliklerini de yok sayan bir dinamiğe sahipse, bu üstün zekalı çocuğun sosyal yaşama uyumunda önemli ölçüde sorun yaratabilir. Bu nedenle; çocukların  diğer akranlarıyla farklılıkları ve benzerliklerini kavramaları sağlanmalı ve bu şekilde kendi başlarına bütünüyle farklı bir bireyken aynı zamanda toplumun da bir parçası oldukları fikri kazandırılmalıdır. Bu sayede, çocuklar kendileriyle içinde yaşadıkları sosyal çevreyi ilişkilendirebilir ve daha iyi uyum sağlayabilirler.